Last updated on 4 Eylül 2017
İsmet Hazardağlı’nın paylaşımını beğenerek okuyacağınızı düşünüyorum..
Türk milletinin eşsiz zaferlerinden biri olan 30 Ağustos Başkumandanlık Muhaberesi’ni taçlandıran, dinlerken, haykırırcasına söylerken, içimizi titreten mısralarla doludur İzmir Marşı.
İzmir’in dağlarında çiçekler açar
Altın güneş orda sırmalar saçar
Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar
Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa
Adın yazılacak mücevher taşa
Peki ya bu marşı bir gece yarısı, dolunayda Ege Denizi’nde, Yunanistan karasularında, Yunan Adalarının yakınından geçerken iki, üç defa tekrarlayarak söylemek nasıl bir duygu?
Bu yılın en önemli turizm trendi Türkiye’den Yunan Adalarına vizesiz geziler. Üç, dört adayı, Atina’yı görmek için her gün Çeşme, Bodrum, Kuşadası, Marmaris limanlarından gemilerle feribotlarla ardı ardına seferle düzenleniyor.
Gemi turlarında, gündüzleri Rodos, Mikanos, Santorini gibi adaları keşfederken, geceleri de misafirler için yan eğlenceler düzenleniyor. Tanık olduğumuz bu etkinliklerin sonunda, İzmir Marşı söyleniyor, 10. Yıl Marşı çalınıyor. Gemi seyir halindeyken, birkaç mil ötedeki Yunan adalarının yakınından geçerken, hele 30 Ağustos’larda, yüzlerce ağzın birlikte söylemesi bu marşları daha anlamlı kılıyor.
Hemen şunu belirtelim: marşlar söylenirken bir Yunan düşmanlığı, aşırı bir Türk milliyetçiliği söz konusu değil. Marşlar Yunanlılara değil, Türkiye’ye, Türkiye için söyleniyor, Türkiye hatırlanıyor. Ellerde bayraklarla, ister Ege’de, ister Akdeniz’de “Türkiye, Türkiye” sesleri dalgalara karışıyor.
Marşlar sizi geçmişe götürüyor. Bir millet var etmek için, toprakları sömürgecilerden, emperyalistlerden kurtarmak için, namuslarını, şereflerini korumak için, bu topraklarda ezan seslerinin susmaması için, sırtta, omuzda, bir tarafta bebeleri, diğer tarafta mermileri, topları taşıyanların aç, susuz yaptıkları savaşı hatırlıyorsunuz.
Nasıl yapmışlar, nasıl böyle bir savaşı kazanmışlar, hangi inanç, hangi iman, hangi taktik, strateji ile düşmanı püskürtmüşler, dünyaya nasıl kafa tutmuşlar, Polatlı’dan Ege sahillerine nasıl varmışlar, düşündükçe dalıp gidiyorsunuz. Kendiniz bu insanların yerine koyup o günleri yaşamak isteseniz bile zorlanıyorsunuz.
Düşmanı önüne katarak, o dağları, tepeleri, yürüyerek, koşarak, durmadan dinlemeden aşarak, vatanı vatan yapmak, hangi ülkenin, hangi milletin insanlarına nasip olmuş ki?
Anadolu’nun her yerinden gelen genç, yaşlı, kadın, çoluk çocuk inandıkları o muhteşem insan; Mustafa Kemal’in emrinde, tereddüt etmeden bedenlerini, düşman süngüsünün önüne nasıl atmışlar, canlarını nasıl feda etmişler?
Ya Savaşın en önemli anlarında Mustafa Kemal’e, Başkomutanına, savaşın en stratejik noktalarından biri olan Çiğiltepe’yi “yarım saat içinde alırım” sözünü yerine getirememenin utancıyla hayatına son veren Albay Reşat’ı nasıl anmalı? Şu gurura, onura bakın.
O günlerden bugünlere, bugünlerden yarınlara, saygının ötesinde, hiç unutmamız gereken atalarımızı, dedelerimizi, büyükannelerimiz, babalarımızı, tüm şehitlerimizi, gazilerimizi her an şükranla, rahmetle analım, yad edelim.
Bize bu toprakları “sahip çıkın, medeniyetinizi büyütün” diye bırakanları zaten unutmak, unutturmak mümkün değil. Öyle, büstlere, heykellere saldırarak, kendini kâinat önderi olarak konumlandıran bir şizofrenik paranoyak bunağın peşine düşerek, devlet içinde devlet oluşturarak, insanı insan yapan Cumhuriyet yönetimini delik deşik ederek, ne Malazgirt’i, ne Çanakkale’yi, ne 30 Ağustosları, ne Kurtuluş Savaşı’nı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ne de Mustafa Kemal Atatürk’ü yok edemezsiniz.
Biliyoruz ki, Ege sularında söylenen her İzmir Marşı, her 10.yıl Marşı, uçtan uca Anadolu’nun her dağında taşında, toprağında, gölünde, deresinde, vatanı uğruna canını vermeye hazır kulaklarda yankılanıyor, yankılanmaya devam edecek.
Geçmişimiz belli, geleceğimiz belli. Ne güzel ki böyle şanlı bir tarihimiz, böyle güzel topraklarımız var. Anlamayan, anlamak istemeyenler, geçmişi inkâr edenler sadece İzmir’in dağlarına çıkıp bir Anadolu’ya baksınlar. Tâbii, azıcık yürekleri, beyinleri ve inançları varsa!
İlk Yorumu Siz Yapın